nihat
Mesaj Sayısı : 333 Kayıt tarihi : 02/03/09 Yaş : 58 Nerden : hançukur, elmasuyu, malatya
| Konu: Malatya fıkraları Salı Mart 03, 2009 12:23 am | |
| HIZIR
Akçadağ’ın Tataruşağı Köyünde Hıdrellez ayı girdiğinde, kömbe-köfte yapar, “Hızır payı” olarak komşulara dağıtırlar. Evin birinde de kömbe yapmışlar, bir pay da “Hızırın payı, gelip alır, unumuza bereket gelir” düşüncesiyle un hararının üzerine bırakılmış. İnanışa göre eğer Hızır eve uğrarsa una el basarmış. Bunları öğrenen evin çobanı, gizlice gidip kömbeyi alıp yemiş. Sabahleyin kömbenin yerinde olmadığını gören evin hanımı heyecanlanıp dışarı koşmuş. “Evimize Hızır uğramış” diyerek bağırmaya başlamış. Bir köşeden bunları seyreden çoban da kıs kıs gülüyormuş.
Aradan birkaç yıl geçmiş, bu durum bir sohbet anında anlatılınca, çoban dayanamamış, “O kömbeyi ben yedim” demiş. Demiş ama “bizi niye kandırdın” diye de bir sürü dayak yemiş. | |
|
nihat
Mesaj Sayısı : 333 Kayıt tarihi : 02/03/09 Yaş : 58 Nerden : hançukur, elmasuyu, malatya
| Konu: Geri: Malatya fıkraları Salı Mart 03, 2009 12:24 am | |
| TUZ ATMA YARIŞI
Eve misafir gelmiş. Eskiden ocaklar evin girişindeki “hayat” denilen salonda olurmuş. Evin kadını gelip ocağı yakmış, kuşganayı koymuş, pilav pişiriyormuş. Eliyle davlumbazın yanında asılı olan “tuz çantası”ndan bir koşam (tutam) tuz alıp, yemeğe atmış. Kadın dışarı çıkmış. Ardından evin erkeği gelip bir koşam tuz atmış, o gitmiş, evin kızı gelip bir koşam tuz atmış. Misafir bunlara bir anlam verememiş “oldu olacak bir koşam tuz da ben atayım” deyip, o da yemeğe tuz atmış.
Yemek pişip, sofraya geldiğinde evin keyvenisi kadın yemekten bir kaşık alınca çok tuzlu olduğunu anlamış. “Elimin kararı kaçtı bugünlerde, yemek hep tuzlu oluyor” demiş. Diğerleri birbirinin yüzüne bakmışlar, “benim de, benim de” demiş kız ile baba. Misafir dayanamamış “benim de” demiş. | |
|
nihat
Mesaj Sayısı : 333 Kayıt tarihi : 02/03/09 Yaş : 58 Nerden : hançukur, elmasuyu, malatya
| Konu: Geri: Malatya fıkraları Salı Mart 03, 2009 12:25 am | |
| “BİSMİLLAH DE” DE GEL
Adam köyden şehire gelmiş. Akşama ahbabı olan Vahap Efendi’ye misafir olmuş. Ortaya sofra gelmiş. Sofrada küçük tabaklarda yemekler varmış. Ev sahibi misafirine “Bismillah de de gel” demiş. Adam, “demem gardaş” demiş, “bu tabaklar bana yetmez”.
Aradan bir zaman geçmiş. Vahap Efendi’nin yolu misafir ettiği ahbabının köyüne düşmüş. Yine sofra gelmiş ortaya. Sofrada tabak değil, büyük kuşganada yemek var. Ev sahibi misafiri Vahap Efendi’yi buyur etmiş, “Bismillah deme de gel”.
AYAKLA ÇÖKELİK TARTMA
Hekimhan köylerinin birinde, adam çökeliği omuzlamış pazara satmaya götürüyormuş. Yolda Osman Dayı adında biri seslenip durdurmuş adamı. Çökeliği almak için üç aşağı beş yukarı derken anlaşmışlar. Çökelikçi demiş ki “terazim var amma, kiloyu evde unutmuşum, ben satmaktan caydım”. Osman Dayı, “üzülme yeğenim” demiş “benim ayağımın tabanı kilo vazifesi görer”.
Böylece terazinin kefesinin birine çökeliği diğerine de Osman Dayı’nın ayağını koymuşlar. Osman Dayı ayağının ağırlığıyla bastırmış teraziye, ardından “yeğenim tamam kefeleri dengeledim, tamı tamına 10 kilo 300 gram geldi, hadi 300’ünü derinin darasına düşek, 10 kilo kalır geriye” demiş.
NASIL OLSA ÇÖKELİK OLACAK
Hekimhan köylerinin birinde eskiden yaşanmış bir hadise şöyledir:
Sabahleyin erkenden keçi derisinden yapılan “tuluk” ile yayık yayan kadın, ayranı külege aktarmış, eğilmiş ki yerden yağ kaşığını ala. O sırada kafasındaki “küllük” denilen başlığı küleğe düşmüş. Hemen eliyle almış, çamaşır sıkar gibi ayranın üstüne sıkmış. Onu gören gelini sormuş. “Ana küllüyün ayranını küleğe sıktın. Kaynana da, “bir şey olmaz gelin zaten çökelik yapacaktım ayranı” demiş.
BEN DAHA DANA KADAR OLMADIM
Malatya köylerinin birinde evin birine bir misafir gelmiş. Sofra çıkarmak adettendir misafire. Evin reisi hanımına bir kaş-göz işareti etmiş. Kadın hazırdan birşeyler yapıp, sofrayı getirmiş.
Yemeğe başlamışlar. Ev sahibi 5-6 kaşık yemiş, üzerine de bir tas özeme ayran içmiş, “Ohh... doydum, öküz gader oldum” demiş. Misafir, adamın niyetini anlamış, hiç oralı olmamış. Adam “Ohh... vallaha.... öküz gader oldum, doydum” demişse de, misafir devam etmiş. Bir tarafdan da “vallaa ağa ben daha dana gader olamadım” diyerek kaşığını yemeğe sallamış.
EKMEK YEDİRME
Hüseyin Dayı, köyünden kalkmış Malatya’ya gelmiş. O zaman da otel yokmuş, kalkmış Orduzu’da Hasan isimli bir ahbabının evine misafir olmaya gitmiş. Buyur etmişler. Hasan da köylerde çerçilik yaptığından, Hüseyin Dayıgilde çok yemek yemişliği varmış. İzzet-İkrâmda bulunayım diyerekten, içli köfte yaptırmış hanımına. Sofrayı kurmuşlar, sofraya ekmeği parça parça koyuyorlarmış. Hüseyin Dayı buna içerlemiş. “Ula Hasan” demiş, “niye önüme bi parça bi parça ekmek goyusun. Sen bize geldiğinde bizim karı kültesiynen (ekmekleri hıla içinde 8-10 tane birden koyarak) getirip önüne goyuyu. Valla garnım doyana gader yiyecem. İster bütün bütün ver, ister bölük bölük ver” deyip gürlemiş.
ELİM TERAZİ
Malatya’nın bir köyünde “Kör Abbas” namıyla nüktedan birinin her konuştuğu, her yaptığı hareket günümüzde dilden dile dolaşır. Bunlardan biri şöyledir:
Fırat Nehri’nin kenarında karpuz bostanı olan Abbas Dayı, karpuzları toplayıp eşeği “Bozoğlan”a yüklemiş, Arapkir tarafına satmaya çıkmış. Yolda giderken peynir satmaya giden bir adamla karşılaşmış. Peynire müşteri olmuş. Adam da, “terazim yok, nasıl tartalım” deyince, Abbas Dayı kocaman ellerini açmış, bir tarafına bir taş koymuş, diğer elini de terazi kefesi gibi açarak “koy oğlum peynirleri” demiş. Adam, habire peynir yığmış “birbaş, ikibaş, üçbaş” derken tam “sekiz baş peynir” olmuş. Abbas Dayı elini hizalamış, “hah, tamam bey oğlum bir okka oldu” demiş. Adama 3-5 karpuz verip savmış.
SESLİ SESLİ AĞLAMAK
Malatya köylerinden birinde, bir karı koca komşu köye bir akraba ziyaretine gitmişler. Biraz hoş beşten sonra, ortaya sofra getirilmiş; sofrada bal ile tereyağı varmış. Karı kocanın ikisi de bunları çok severlermiş. Kadın, nasıl edem de bal ile yağı kocama yedirmeyen diye düşünmüş ve “anam, bunları da bizim herif sevmez, bir kaşık yese hemen hastalanır” demiş. Çok utangaç olan koca, bal ile yağa imrenerek bakmakla yetinmiş. Karısı da tabakları bir güzelce sıyırmış.
Köylerine dönerlerken yolda koca hanımına dönmüş “gız arsız!” demiş, “bana yedirmedin balla yağı, için için ağlattın, ben de seni sesli sesli ağlatayım da gör” diyerek hanımını döve döve götürmüş.
KEREYİ ERİTMEK
Ö. Köyü halkı beylik, ağalık döneminde bağlı oldukları Besni beylerine her yıl 5 teneke tereyağı gönderirlerdi. Bunun yanında 10 tane de kavurmalık keçi giderdi. Bu durumdan bıkan köyün ileri gelenleri köyden sözbilir bir heyet seçerek Besni Beyleri’ne bu haracın kaldırılması için elçi olarak göndermeye karar verirler.
Besni Bey’inin evinin önüne gelen heyet şaşkınlıkla beklerler. Nasıl diyelim ne diyelim diye aralarında tartışırlarken Besni Bey’i camı açarak köylülere seslenir.
- Orda ne bekleşip mırıldanıyorsunuz ulan. Hani yağ hani keçiler, diye hışımla bağırınca ne yapacağını şaşıran heyet.
- Beyim, yağ erinik mi olacak, yoksa kere mi onu sormaya geldik.
- Hangisi iyi olur ulan diye ağa tekrar bağırınca.
- Eriniği iyi olur ağam demişler korkuyla.
- Daha ne duruyorsunuz defolun, hemen erimiş tereyağından 5 teneke getirin. Köylüler ezile büzüle sıkıla köye dönerler. Haraçtan kurtulduk diye sevinen, bayram yapan köy halkı gelenleri karşılamak üzere yola dökülürler.
- Tamam mı haraç bitti mi? diye sevinçle sorarlar.
Gelenler ise:
- Tamam tamam kereyi erittik hepsi o kadar.
KURU FASULYE
Doğanşehir yerlilerinden birisi bir iş için Ankara’ya gitmek üzere yola çıkar. Bir müddet sonra otobüs yemek molası verir. Adam garsondan yemek ister, kuru fasulye adını duyunca, “bana ondan getir!” der. Bir müddet sonra yemeği önüne gelen adam hayal kırıklığı içinde hayretle yemeğe bakarak garsona şöyle çıkışır: “Yahu bizim oradaki lobiye gelmiş burada kuru fasulye olmuş. Ben bunu yiyemem!” der.
NİSANDA PİŞER
Fındık köyündeki bir eve kasım ayında bir misafir gelir. Adam içeri buyur edildikten sonra ocağın başını göstererek evin hanımına:
- Bacım şuraya bir minder ser marta kadar. Kadın hemen minderi getirir. Altında ateş yanmayan bir ocağın üzerine bir kazan, kazana da iki tas su kor. Merakla kadının ne yemek yapacağını bekleyen misafirin gözlerinin içine baka baka:
- Kayna kazan kayna nisana kadar”. Misafir de “Bacım nisana kadar kazan kaynar mı? deyince kadın “Marta kadar oturan misafirin yemeği ancak nisana pişer” der.
SAYIKLAMA
Doğanşehir’e gelen iki köylü tanıdık bir eve zoraki misafir olur. Ev sahipleri akşam yemeklerini yemiş olduklarından evde yiyecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Misafirler çok aç olduklarından sözü döndürüp dolaştırıp yemeğe çaya getirmişler. Ev sahibinden ses seda çıkmamış ve misafirlerin yatağı serilmiş. Ev sahibi ise misafirlerle birlikte yatmak istemiş nezaket icabı. Misafirler yatağa girdikten sonra birinci misafir başlamış sayıklamaya:
“Selamunaleyküm berde
Pilav derman imiş derde
Her zaman gördüğüm yerde
Kaşıkla ha kaşıkla”
İkinci misafir başlamış sayıklamaya:
“Selamünaleyküm nergiz
Uzak yolda geldik biz
Sofranın üzerine de bir karpuz
Bıçakla ha bıçakla.”
Bunları duyan ev sahibi de durur mu o da başlamış sayıklamaya:
“Dervişlerin hak dediği hak olmaz
Her yerde halı yerin olmaz
Dedikleriniz bizde bulunmaz
Sayıkla ha sayıkla.”
Bunu duyan misafirler çaresiz aç yatmak zorunda kalmış.
HERSE AŞI NASIL YENİLİR?
Herse aşı Darende’nin ünlü yemeklerindendir. Üç âlim kişi, bir gün herse aşı yemek için sofra başına otururlar. İçlerinden biri kaşığını yağ dolu göle uzatarak:
- Vessemai vettariki, bizde böyle yaparlar harıki... diyerek önüne doğru bir ark çeker ve yağ başlar önüne akmağa. Bunu gören ikincisi de:
- Vessemai biruci, bize gelsin bir ucu... diyip o da yağı kaşığı ile önüne akıtır. Üçüncü âlim bunları görünce dayanamaz:
- Vessemai şakkat, hepsini birbirine kat... diyerek kaşığı ile herşeyi karıştırır.
CAN SIKINTISINDAN
Yeşilyurt’a bağlı dağ köylerinden birinde, babasının mezara konulmasından sonra evine dönen genç, avluda bulunan ayranlı çorba tenceresinin başına geçerek, tahtadan yapılmış çömçe ile içmeye başlamış. Bunu gören birisi, “utanmadan nasıl da çorba içiyorsun?” diye sorunca genç:
“Keyfimden değil elbette, canımın sıkıntısından içiyorum... “ diye karşılık vermiş.
SÜTÜN KAYMAĞINI KİM YİYORSA O İNDİRSİN
İmam Ali’nin anası süt kaynattıkça kaymağını küçük oğluna yedirirmiş. Ali buna içerler fakat ses çıkarmazmış. Evde kimsenin bulunmadığı bir günde avluda bağlı duran eşeği omuzuna almış. Geniş taş merdivenden geçerek evin damına çıkarmış. Anası eve dönünce eşeği avluda görememiş. Eşek zırlamaya başlayınca kadıncağız afallamış. Bu muzipliği Ali’nin yaptığını anlamakta gecikmemiş. Ali görününce anası: “yaptığını beğendin mi” demiş “çık da şunu indir.”
Ali istifini bozmadan karşılık vermiş: “sütün kaymağını kime yediriyorsan çıksın o indirsin...”
İÇYAĞI KALIYOR
Davar hırsızının biri çaldığı davarı keser etini fakıra, fukaraya dağıtırmış. Onu yakından tanıyan birisi bir gün sormuş: “Yahu” demiş, çaldığın davarın etini ona buna yediriyorsun. Sana neyi kalıyor:
Davar hırsızı istifini bozmadan karşılık vermiş: “İçyağı.”
KABAK AŞI
Vaktiyle Yeşilyurt’a imam olarak gelen birisi ramazanda işbaşı yapmış. Camiye yakın evlerden birinin sahibi hazırlıksız olarak imamı iftara çağırmış. O akşamın yemeği kabak aşı imiş. Sofrada ev sahibi imama “kusura bakma,” demiş. “Aceleye geldi. Başka bir hazırlığımız olamadı.”
İmam, memnun olduğunu, kabak aşını da çok sevdiğini söyleyince ev sahibi rahatlamış ve yerinde bir iş yaptığını sanarak durumu ertesi gün imamı çağıracak olan komşusuna anlatmış. O da iftar yemeği olarak bir kabak aşı hazırlattırmış. Derken o ona, öbürü ötekine söyleye söyleye imama tam 25 gün kabak aşı yedirmişler. Bundan fazlasıyla sıkılan imam bir seher vakti minareye salâ için çıktığında yüksek sesle bağırmaya başlamış:
“Çırmıktıya imam oldum,
Doğrusu belâmı buldum.
Akşama kabak aşı, sabaha kabak aşı,
Çekilir mi ya Resulallah.”
GIVIR ZIVIR
1980 yılında ilçe genelinde yapılan aramalarda birkaç jandarma Kalecik Köyü’nde bir evi aramak üzere içeri girerler. Aramayı bitirip çıkacakları zaman evin ihtiyar kadını;
- Oğlum oturun bir parça bir şey yiyin. Benim de torunum asker, sizi onun yerine koydum ne olur beni kırmayın, diye yalvarır.
Jandarmalar herhangi bir şey yemenin yasak olduğunu söylerlerse de kadın aldırmaz.
- Oğlum pek bir şey yapmayacağım. Hazırdan gıvır zıvır birşeyler çıkarayım da yiyin diye tekrar yalvarır. Bunun üzerine böyle bir yemek adı duymayan askerler dururlar. Biraz sonra kadın elinde pekmez ve yoğurtla gelir.
Askerler yemeğe bakarak merakla sorarlar. “Nine bunun hangisi gıvır zıvır”. Nine de pekmezi göstererek “bu gıvır”, yoğurda da “bu da zıvır” der. Karnını doyurup kalkan askerler nineye teşekkür ederler ve “şu gıvır önemli değil ama zıvırına diyecek yok” derler.
UYKUSUZ
Köyden şehire misafir olan bir köylü gittiği evde saatlerce bekler yemek gelmez. Başlar ev sahibine durumu ima ile anlatmak için esnemeye. Esnemeleri sıklaşınca ev sahibi sorar:
- Misafirim esniyorsun ama hayır ola. susuz musun yoksa uykusuz mu? diye sorunca aç olan misafir:
- Çeşmenin başında uyudum da sonradan buraya geldim der.
OLA DA SABAHAÇE YİYESİN!
Orakçılar köye gitmişler. Bir kadının ekinini biçmek üzere anlaşmışlar. Kadın iyi çalışan bu insanlara ikram olsun diyerek akşama doğru biraz pilavla ayranlı köfte hazırlamış. Köfteyi de kuyuya sallandırıp bir güzel soğutmuş. Gün vurgunu, iş yorgunu ekin biçiciler, akşamın alakaranlığında önce pilavı kaşıklayıp bitirmişler. Sonra ayranlı köfteye kaşık sallamışlar. Bir leğen, iki leğen, üç leğen, dört leğen... derken koca kazan köfte bitivermiş.
- İmmihan Ana demiş ekin biçiciler, hele bir leğen daha getir şu köfteden!
- İmmihan Ana:
- Abaa, gadanızı alam, galmadı gurban! deyivermiş ezilerek.
Ekin biçiciler, iştahlarını gemleyerek homurdanmışlar:
- Keşke ola da sabahaçe yiyesin! | |
|