Abdullah Yıldız
Araştırmacı - Yazar
abdullahyildiz@umran.org Allah’tan başka ilâh yoktur esasına dayanan tevhîd inancı namazla eyleme dönüşür. İslâm’ın ilk farzı tevhîd’e iman, ikincisi namazdır. Yani, İslâm’da ilk farz kılınan ibadet namazdır.
Namaz en faziletli, en kapsamlı ibadettir: Allah’ı tesbih ve tekbir etme, O’na hamd, şükür, tevbe ve istiğfar, O’ndan yardım dileme, dua, niyaz ve zikirdir.
Peygamberimizin “Dinin direği”, “Müminin miracı”, “Cennetin anahtarı”, “Gözümün nuru” olarak tanımladığı namaz, İslâm’ın olmazsa olmazıdır. Onu terk eden cehenneme sürüklenir: “Sizi cehenneme sevk eden nedir? Derler ki: Namaz kılanlardan değildik!”(Müddessir/42–43)
Namaz beş vakit farzdır. Hayatın hızlı koşusu içinde Allah’ı, ahireti, ölümü, görev ve sorumluluklarını unutan insan günde beş kez namazla kulluğunu hatırlar ve yeniden dirilir. Her namaz bir inkılâptır, diriliştir; kul onunla şirk batağından tevhid atmosferine, geçici dünya zevklerinden ebedî ahiret lezzetlerine, şeytanın etki alanından ilâhî huzur iklimine geçer.
Bu değişim süreci ezan ve abdestle başlar. Tevhid akidesini en özlü cümlelerle haykıran ezanla namaza ve kurtuluşa çağrılan mümin, abdest alarak etrafını kuşatan şeytanî çemberi yarmaya ve arınmaya yönelir; maddî manevî kirlerden temizlenir. “Allah sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak ister.”(Maide/6) Abdest sadece vücudu kir, pis ve pastan temizlemekle kalmaz. Aynı zamanda iç dünyayı da arındırır. Mümin, her azasını yıkarken eliyle, ağzıyla, diliyle, gözüyle, kulağıyla, ayaklarıyla bilerek - bilmeyerek yaptığı tüm günahlara tövbe edip vazgeçmeye karar verir.
Tertemiz bir kalp, tertemiz bir beden ve elbise ile Allah’ın huzuruna çıkan kul, yönünü kıbleye yani Kâbe’ye döner. Allah’ın evi olan Kâbe’ye yönelen mümin, kalbini ve düşüncelerini Allah’a odaklar; diğer kıblelerden yüz çevirir. Herkesin bir kıblesi vardır. Yüzünü Kâbe’ye döndüğü halde özünde başka varlık ve değerleri kıble edinenler, gerçekte İstikbâl-i Kıble yapmış olmazlar.
Niyeti kalple yapmak esastır. Dilde kalan sözler gerçek niyet olamaz. Zira namaza Allah rızası için durulur.
Ellerini kaldırıp “Allâhu ekber” diyen mümin, artık dünyayı, dünyevî düşünce ve kaygıları elinin tersi ile geriye atıp kalbini yüce Allah’a bağlar. Sübhaneke duasını okuyup Allah’ı hamd ile tesbih eder, ismini yüceltir ve O’ndan başka ilâh olmadığını ikrar eder. “Kur’ân okumak istediğinde kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!”. (Nahl/98) Şeytanın vesvesesinden Allah’a sığınan kul, E‘ûzü bi’llâhi min’eş-şeytân’ir-racîm der ve besmele ile önce Fatiha’yı, sonra Kur’ân’dan kolayına geleni okur. Namazın her rekâtında Fatiha’yı okuyan kul, Yaratanıyla “kulluk sözleşmesi” ni yeniler. Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahîm olan Allah’a Ahiret Günü’nde hesap vereceğinin bilinci içinde, hem kendisi hem de müminler adına söz verir: “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” Sonra, doğru yolda olmak, nimete kavuşmak ve azaptan kurtulmak için Allah’tan yardım diler: “Ya Rab! Bizi, Dosdoğru yola hidayet eyle! O yol, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur; gazaba uğrayanların, sapıkların, dalâlette olanların değil.” Âmin!
Hz. Ali(r.a), “Kendisinde anlayış ve idrakin bulunmadığı hiçbir ibadette ve kendisinde düşünmenin bulunmadığı hiçbir kıraatte hayır yoktur” der. O halde, namazda okunan ayet, sure ve dualar anlaşılmalı, hissedilmeli ve düşünülmelidir. Yoksa o kutlu ifadeler birer tekrardan ibaret kalır.
Mümin, sadece namazda okuduğu ayet ve dualarla değil beden diliyle de kulluğunu ifade eder. Rabbinin huzurunda huşu ile el-pençe divan duran kul, bu kıyamın aynı zamanda sahte tanrılara karşı bir başkaldırı anlamına geldiğini bilmelidir.
Allah’a boyun eğip teslim olmayı ifade eden rükû ile kul, sadece O’nun karşısında eğildiğini; O’ndan başka hiçbir otoriteye boyun eğmeyeceğini ilân eder: “Sübhâne Rabbiy’el-Azim: Azamet sahibi Rabbimi yüceltir, O’nu noksan sıfatlardan uzak bilirim.”
Secde ise, ibadetin, itaatin ve de özgürlüğün zirvesidir: “Secde et ve (Rabbine) yaklaş”(Alak/19). Secde eden kul, Rabbini sonsuz yüceltip tesbîh ederken, kendi acizliğini, hiçliğini itiraf eder. O’ndan başka hiçbir varlığın karşısında yere kapanmayacağını ilân eder: “Sübhâne Rabbiy’el-A‘lâ: Yüceler yücesi Rabbimi tesbîh ederim.” İki kez secde ise, topraktan gelip tekrar toprağa dönüşü ifade eder.
Kıyam, rükû ve secde basamaklarını geçen mümin teşehhüdde, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) miraçta Rabbi ile aracısız sohbet etmesi gibi, doğrudan Yaratanına kalbini açıp kulluğunu arz eder. Tahiyye, tayyibe ve salevâtı Allah’a; selâmı, rahmeti ve bereketi de Nebi’ye ve O’nun adına salihlere sunar. Tevhid inancını bir kez daha tekrarlar. Rasûl’e ve âline salâtu selâmdan sonra annesine, babasına ve tüm müminlere hayırlar ve esenlikler diler; cehennemden korunmayı diler, kendisinin ve zürriyetinin dosdoğru ve sürekli namaz kılanlardan olmasını diler, diler de diler...
Nihayet “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah” diyerek sağında ve solundakilere, tüm inananlara, salihlere, meleklere selâm verir; böylece namaz biter ama dua, niyaz, hamd, tekbir, tesbîh, zikir, fikir… Bitmez; zira bu müminin hayat tarzıdır.
Günde beş vakit böyle dosdoğru, özenle ve düzenli kılınan namaz, müminleri dosdoğru yoldan ayırmaz; onları Allah’tan başka varlıklara kulluktan korur, kötülük ve çirkinliklerden uzak tutar; böylece ebedi kurtuluşlarına vesile olur.
Bir tevhid eylemi olan namaz, müminleri pasif nesneler değil, aktif özneler kılar. Hz.Şuayb’ın kıldığı gibi bir namaz(Hûd/87), müminleri dünyadan eletek çektirmez, aksine onları zulme, şirke ve küfre karşı mücadeleye sevk eden bir dinamizm, bir direniş ve bir diriliş kaynağı olur
ALINTIDIR